3 Şubat 2012 Cuma

Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- ile ırza geçmeye teşebbüsten aldığı cezanın resmi belgeleri

eşcinsel ilişki, ırza tasaddi, livata, mustafa islamoğlu, tecavüz,
Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi


DEVELİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ

ESAS NO : 1980 / 77
KARAR NO : 1981 / 63
C. SAV. NO : 1980 / 309
BAŞKAN : Metin YÜKSEL 19030

SANIK : MUSTAFA İSLAMOĞLU – Ahmet ve Bahriye oğlu 01.06.1961 doğumlu, Develi Fenese Yukarı Mahallesi nüfusuna kayıtlı olup, aynı yerde oturur, bekar, okuryazar, sabıkasız, Kayseri Yüksek İs. Enstitüsünde öğrenci.

İDDİA :


Yukarıda tarih ve sayısı belirtilen iddianame ile dini konularda ders vermesi için sanığa teslim edilen mağdurun geceleri babaannesinin yanında gündüzleri ise sanığın yanında kalarak ondan dini dersler aldığı, nihayet sanığın mağduru kız kardeşinin evine götürerek geceleyin orada kalmasını sağladıktan sonra fiili livata suretiyle onun ırzına tecavüz etmek suçundan eylemine uyan TCK. Nın 414/2 maddesi uyarınca cezalandırılması için kamu davası açılmıştır.

( Ankara’da ikamet etmekte olan baba M.D.,bir işi için Develi’ye geldiğinde, Mustafa İslamoğlu’na oğluna dini dersler vermesini teklif ediyor, o da kabul edince oğlunu Develi’ye gönderiyor.Gerisini resmi evraktan takip edelim

Ramazan Bayramının birinci gününde develiye geldiğinde oğlunun benzinin sararmış olarak ve dudaklarında morarma görüp onda bir başkalaşmak sezdiğini anlayınca ( sana ne oldu ? ) dediğinde oğlundan sürekli olarak ( rahatsızım ) cevabını aldığını, kendisinden daha samimi davranan amcaları Sami ile Mevlüt’ün mağduru sonradan konuşturmaları üzerine olayı onlardan işittiğini, bunların aktarmasına göre sanığın mağduru dudaklarından öptüğünü, penisini, kıçını oynayıp karıştırdığını, banyoda yıkadığını hatta arkadan ırzına geçtiğini duyduğunu olayın ortaya çıkmasından sonra aslen Develi’li olan ancak Ankara’da avukatlık yapan, her iki tarafın yakın aile dostu Mehmet Boyvada Develioğlu isimli bir şahsın olayın gerçek içyüzü hakkında bilgi toplamak ve değerlendirme yapmak için tarafların yakınlarından oluşan bir aile meclisinde olay ile konunun tartışıldığını, sanığın yakınlarının onun bu suçu işlemiş olabileceği kanısına vardıklarını bildirerek sanıktan şikayetçi olduğunu söylemiştir.

Mağdurun 13.08.1980 tarihli poliste verdiği ilk ve kısa ifadesinde yanında Kur’an Kursu eğitimi gördüğü sanığın kendisini zaman zaman sıkıştırıp dudaklarından öptüğünü, önüne tutup ayıp hareketler yaptığını, hatta bir gün ablasının evinde banyoya sokarak kendisini yıkadığını, oradan dışarı çıkıp somyanın üzerine yatınca da pantolonunu ve külotunu çıkarttığını, yüzükoyun yatırarak anüsüne bir şeyler sürttüğünü sonra bir ara kan gördüğünü ( ... )

( Mustafa İslamoğlu, müdaafasında kendisinin akıncı görüşü benimsemiş olmasına mukaabil, karşı tarafın ülkücü olduğunu ve bundan dolayı kendisine iftira attıklarını söylüyor, suçlamaları ret ediyor. Şerefsiz sapık, bakın nereden nereye ... Aslında bunların itikat arsasına yaptıkları tecavüz veyahut tasaddi bu davadaki mağdurun başına gelenden çok daha ağır ve çok daha elim bir keyfiyet arzediyor. Evet, bir oğlancı sapık olarak mezkur çocuğa yaptığı eylem, mahdut bir çevreyi tesir altına almışken, bir itikat sapığı olarak yaptıklarıyla, çok büyük çevreleri ifsat etmeye devam etmekte.)

( Sayfalar dolusu şahit beyanları, Mustafa İslamoğlu’nun yaptığı rezilliklerin detaylı anlatımlarıyla dolu. Burada haya edeceğimiz galizlikte şenaat ve denaetler. Nihayetinde mahkeme, verilen raporlar ve ifadeler arasındaki çelişkileri göz önüne alarak “ırza tasatti” suçunda karar kılıyor. Hüküm aşağıda

HÜKÜM :

Sanık Mustafa İslamoğlu’nun kesinleşen suç vasfındaki değişiklik itibarıyla mağdur Tayfun D.’na karşı ırza tasaddi suçundan hareketine uyan 415 / 1 maddesince takdiren iki sene hapsine ( ... )

( Sonra ceza yüzde elli artırılıp 3 sene yapılıyor, hafifletici nedenlerden dolayı da 1 / 6 oranında indirime gidilip 2,5 sene hapse mahkum ediliyor. Irza tasaddi yani tam olarak ırza geçme değil de sürtme diyebileceğimiz hukuki bir tabir ... )


Mustafa İslamoğlu'nun Livata (eşcinsel) ilişki teşebbüsüne dair kesinleşmiş yargı kararı belgeleri;


Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi



Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi

Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi




Mustafa İslamoğlu'nun Livata -eşcinsel ilişki- Belgesi

Mustafa islamoğlu'nun Babasının gönderdiği Red Mektubu

ahmed islamoğlu, ali eren, mustafa islamoğlu,
Mustafa islamoğlu'nun Babasının gönderdiği Red Mektubu

“Muhterem Ali Eren Beyefendi!.. Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler... Allah hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na, köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla... Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.


“Not: “Muhterem Hocam (Ali Eren)!... Mustafa’nın dâl(sapıklığı) ve mudılliği(saptırıcılığı), baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına(kurtuluşuna) dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz... Milyonları ifsat(fesada verip) ve idlal etmesin(yoldan çıkarmasın)... Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun...”

Ali Eren, “Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü” içinde, Yeni Mesaj, 23 Receb 1421 (21 Ekim 2000).

Babasının bile red ettiği sözde alim; Mustafa İslamoğlu

ahmed islamoğlu, ali eren, mustafa islamoğlu,
Babasının bile red ettiği sözde alim; Mustafa İslamoğlu 

Gazeteci - Yazar Ali Eren Beyefendinin 21 Ekim 2000 tarihinde köşesine taşıdığı konu çok dikkat çekiciydi. Bu gün iyice şöhret olup bazı kesim tarafından allame sınıfına konulan Mustafa İslamoğlu'nun muhterem babaları emekli imam-hatip ve fahri vaiz Ahmet İslamoğlu, oğlu Mustafa'nın hem yoldan çıkmış hem de yoldan çıkrarıcı olduğunun farkında olduğunu ve hidayeti için dua ettiğini bildiren bir mektup göndermiş... İktibas ediyoruz(alıntılıyoruz):

“Muhterem Ali Eren Beyefendi!.. Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler... Allah hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na, köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla... Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.


“Not: “Muhterem Hocam (Ali Eren)!... Mustafa’nın dâl(sapıklığı) ve mudılliği(saptırıcılığı), baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına(kurtuluşuna) dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz... Milyonları ifsat(fesada verip) ve idlal etmesin(yoldan çıkarmasın)... Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun...”

Ali Eren, “Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü” içinde, Yeni Mesaj, 23 Receb 1421 (21 Ekim 2000).

Mustafa İslamoğlu'nun Abdest Konusundaki Fitnesi

ali eren, mustafa islamoğlu,
Mustafa İslamoğlu'nun Abdest Konusundaki Fitnesi 

Aşağıdaki makale Mustafa islamoğlu isimli gazete yazarına aittir. Bunun cevabı altta verilmiştir.

Bilmez ki sorsun, sormaz ki bilsin!

Bugünkü yazımızı, cevabı herkesi ilgilendiren bir “soruya” ayırdık. Hayır hayır, bu bir “soru değil, bu bir “sorun!” Hem de çok ciddi ve adı: “Dini anlama sorunu.” Bu sorun, kimi zaman ortaya birden fazla “din” çıkarıyor ve insanlar “hangi dine” inanacağını şaşırıyor. (Siz ‘yanılmaz’ atalarını pazarlayanların dinine değil, kaynağı Kur’an olan Allah’ın dinine inanın.) Kimi zaman, Allah’ın kitabında yazmayan, Peygamber’in sünnetinde yer almayan “farzlar, haramlar” çıkarıyor.Düşünebiliyor musunuz; bu nevzuhur farzlardan Hz. Peygamber’in haberi yok! Bizim akıldanelerimizin bildiği bir “farz” düşünün ki, sahabe bilmiyor? Bir “farz” düşünün ki, müctehid imamların bu -sözümona- “farzdan” haberi yok! Güldünüz değil mi? Hayır, kimse gülmesin; çünkü kendisi gülünç durumda olanların başkalarına gülme hakkı yoktur ve şu an kendini çok dindar sananların dinleriyle ilgisi hurafe düzeyinde, bilgisi ise efsane niteliğindedir. İnsanlar ibadetleri âdetleştirince âdetleri de ibadetleştirdiler.


Bu satırları sert bulmayın lütfen; imamların birçoğuna göre “mukallid”in tarifi şudur: “Amellerini delilleriyle birlikte bilip, o delilleri değerlendirmede mezhep imamının ictihadını benimseyen kimse.” Söyler misiniz? Bu durumda kendini Hanefi sananların kaçta kaçı Hanefi’dir? Kaçta kaçı Şafii’dir? Bırakın avamı, “hocam” denilenlerin kaçta kaçı “mezheplidir?” Utanmadan yıllar yılı “mezhepsizlik edebiyatı” yapan ‘mezhepçiler’, duygularını, paralarını sömürerek sırtından geçindikleri Müslümanlara kinden, nefretten, cehaletten başka ne verdiler? Tezgâhında mezhep satarak geçinen bu tiplerden oluşan bir cemaat, radyodan ‘düz’ kadın sesine ‘haram’ diyen sözümona ilmihaller tezgâhlarken, dansöz pazarlayan TV istasyonuna sahip olmanın fetvasını bulmakta hiç de zorlanmadı. Bu tiplerden kaçını tanıdımsa, hepsi de şarlatandı. Ayak üstü “sübhaneke”nin anlamını sorsanız “kem-küm”den başka cevap alamazdınız. Ama dillerinin keskin yanını koca koca alimlerin enselerinden bir türlü çekmezlerdi. Mevdudi gibi, Seyyid Kutup gibi, nerede imanının bedelini ödemiş bir alim var, onun etini yiyerek semirmeyi beslenme alışkanlığı haline getirmiştiler. Haddini bilmeyen neyi bilir ki?

Bu şarlatanlar, yüreklerinde çamur, sıvayacak alim yüzü aradılar. Ve koca bir toplumu kelimenin tam anlamıyla “mezhepsizleştirdiler.” Ey Hanefiler! Ebu Hanife’ye göre siz Hanefi falan değilsiniz, sizin mezhebiniz falan yok! “Mezhepçilik” yapan şarlatanlar sizi dolmuşa bindiriyor. Avamın mezhebi müftüsünün mezhebidir, demişler. Haydi “doğrudur” diyelim; fakat kaçta kaçınızın “fetva makamı” (müftüsü) var? İçtihat kapısının meccane bekçileri hâlâ neyin edebiyatını yapıyorlar? Cahili cühelasıyla milletin tümü müctehid oldu. Üç beş yetkin alime tahammül edemeyen tulumbacı takımının gözü aydın; Hayreddin Karaman Hoca gibi bir ikisinin tepesine iftira küfelerini boca etmek için hazır beklerlerken, sayelerinde milyonlarca müctehide kavuştuk. Herkes her gün kendi yaptıklarına kılıf bulmak için onlarca ictihat yapıyor, ahkâm kesiyor, fetva veriyor. Okumak mı, öğrenmek mi, bilmek mi, bilenden sormak mı? Hak getire. “Bilmez ki sorsun, sormaz ki bilsin” diyenin hesabı."Kur’an okurken abdest almak farzdır” öyle mi?!

Bir okuyucumuz, 18 Temmuz 2000 tarihli Zaman Gazetesi'ndeki bir köşe yazısından alıntı yaparak soruyor: “Kur’an okurken abdest almak, gerçekten de bu yazarın dediği gibi farz mıdır?” Önce mezkur yazıdan ilgili pasajı alalım:“Hazret-i Kur’an’ı eline alan herkesin abdestli olması farzdır. Abdestsiz Kur’an ele alınamaz. Ancak dini kitaplar için böyle bir mecburiyet yoktur. Dini kitapların sadece içinde bulunan ayetlere elle dokunmak için abdestli olmak gerekir. Ayetten boş olan yerlere, yazılara abdestsiz dokunulabilir, okunabilir. Kur’an’la dini kitap arasında böyle bir ince fark vardır. Kur’an-ı Kerim’in ayetten boş olan kısımları da ayet hükmündedir. Bu yüzden dikişli kabına bile abdestsiz dokunulamaz.

Abdestsiz kimseler bir mendil veya temiz bezle tutup bir yerlere koyarlar. Abdestsiz ele alamazlar.”Allah Allah! “İnce fark”ı da öğrenmiş olduk. Hele “dikişli kabına bile dokunulamaz” cümlesi karşısında bitmemek mümkün mü?Ben bu zamana kadar ne Kur’an’dan, ne Rasulullah’tan, ne sahabeden ve ne de müctehid imamlardan Kur’an okurken abdestin farz olduğuna dair ‘sahih’ bir şey okumadım, duymadım. Bir şeye “farzdır” demek, helâl ve haram koyma yetkisine girer. Helâl ve haram koyma yetkisinin ise kime verildiği bellidir. Burada “farz olduğu” söylenen bir hüküm olduğuna göre, o hükmü farz kılan delili muhkem ve mütevatir nasslarda bulmamız gerekir. Kur’an’da abdestin sadece namaz için emredildiğini görüyoruz. Bu konuda, çok yaygın bir yanlış anlamaya alet edilen bir ayet vardır: “Ona temiz olanlardan başkası dokunamaz.” (56.79) Birazcık Arapçadan, ilimden, Kur’an’dan, tefsirden nasibi olan kimsenin bu ayetteki “o” zamirinin bir önceki ayetteki “gizli kitab”a gittiğini bilir, bir.

Bu ayet Mekke’de, Abdest’in geçtiği tek Kur’an ayeti (5.6) ise Medine’de inmiştir, iki. Ayetteki “dokunmasın” şeklinde yanlış algılanan “la yemessuhu” ibaresi “inşai” değil “ihbari”dir ve “dokunamaz” demektir; oysa ki Kur’an’a münkiri de müşriki de dokunur, üç...Bilgime güvenmeyip, “Kur'an okumak için abdest farzdır” diyen sahih bir hadis, bir imam, bir alim var mıdır diye Mektebetu’l-Elfiyye’den 400.000 hadisi, bazıları Mebsut gibi 30 cildi bulan 1000’e yakın kitabı, tüm mezheplerin 40’ı aşkın kaynaklarını taradım, böyle bir şey bulamadım. En iyisi, bu konularda en katı davrandığını bildiğimiz Süyuti’nin “Kur’an okumanın âdabı” başlığında yazdıklarını aynen tercüme etmek:“Kur’an okuma sırasında abdest almak müstehaptır; çünkü tilavet zikirden efdaldir ve Peygamber (sav) temizlenmeksizin zikretmeyi hoş karşılamazdı. İmamu’l-Harameyn dedi ki: “Abdestsiz Kur’an okumak mekruh değildir, çünkü Peygamber abdestsiz okuyordu. el-Mühezzeb Şerhi’nde ise: Eğer kişi Kur’an okurken yellenme ihtiyacı hissetse, yellenme sırasında harfleri doğru telâffuz edemeyeceği ihtimaline karşı okumayı durdurur.” (el-itkan, 1/295)Buraya, başta Hanefiler olmak üzere, tüm mezhep ve meşreplerin temel referanslarından sayfalarca alıntı yapar, tercüme ederim. Fakat yerim yok, vaktim yok, keyfim yok; lüzum da yok.

 Tüketenler de, üretenler de hep olacak. Böyle başa böyle tarak. Biraz da insanımız ciddi ve uyanık olsun; bitli baklanın kör alıcısı olmasın.Şafii’dir, Hanefi’dir meselesi değil bu! Allah’ın emretmediği bir şeyi emretmek, farz kılmaktır ki, bunun vahameti “Kur’an okurken abdest almanın hükmü nedir?” sorusundan çok daha derindir ve problem dinin temelleriyle ilgilidir. Şakası var mı bu işin? Biri kalkıp da “Şu farzdır?” diyorsa, dinini donundan birazcık fazla ciddiye alan bir Müslümanın, “Nerede, hangi delille?” diye sorması “farz olur.” Çünkü, o ünlü usul kuralı gereğince “farzı” bilmek farz olduğu gibi, farz olmayanı farz bilmek de “haram” olur. Eğer o kişi üçüncü, beşinci sınıf ilmihalleri getirip de önünüze koyuyorsa, bu kez sizin “İlmihal yazarlarının farz koyma yetkisi olduğunu bilmiyordum” demeniz “farz” olur. Kaldı ki bunlar arasında “Tevrat’ı abdestli okumak farzdır” diyenini bile gördüm ben.Bir şeye “farz” demek, “haram” demek ciddi bir iştir; Allah’a atfen verilmiş bir hükümdür, kimse keyfi olarak “farz” ve “haram” ilan edemez. Ne demiştik bir yazımızda: Cahiller dinden ıskonto yaparlar, ham sofularsa dine zam yaparlar; bu ikisi de birdir.Siz siz olun, etrafınızda ahkâm kesenlere Kur’an’ın öğrettiği gibi sorun:“Kul hâtû burhanekum in kuntum sadıkîn: De ki: Hadi getirin delilinizi, eğer doğru söylüyorsanız?”

Mustafa İslamoğlu, 25 Eylül 2000 Akit Gazetesi

----

CEVAP:

"Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in, Kur'an'ın bulunduğu odada uyumayıp, sabaha kadar hürmeten ayakta beklediğini, bunun mükâfatı olarak da onun nesline 6 asır devam eden bir cihan devleti verildiğini, ana-babamızdan kaç kere dinlemiş, kitaplardan okumuş, va'zlarda dinlemişizdir.Kur'an'a hürmet bu milletin ruhunda var.Kur'an'ı abdestsiz olarak eline almamak bir tarafa, abdestli de olsa onu göbekten aşağıda tutmaz. Bu kötü bir hal midir? Dine aykırı bir hareket midir? Kur'an-ı Kerim'e hürmet, İslâm'a zıt mıdır? Kur'an'a fazla hürmet yersiz bir şey midir? Asla! Bir evladın, anne ve babasına gösterdiği hürmet ve hizmet ne kadar fazla olursa o kadar değerli olduğu gibi, Kur'an'a gösterilen hürmet de ne kadar fazla olursa, o da Allah indinde o kadar değerlidir.Gerçek bu iken, din âlimi gözüken bazılarının, Kur'an'a gösterilen bu hürmetten rahatsız olmaları anlaşılır gibi değil...

Mukaddes kitabımıza karşı vazifelerimizin ne olduğu, yüzyıllar önce zaten kitaplara yazılmış. Bilinmeyen bir husus değil... Ama bazıları hem bilip hem de bilmezden gelerek bu kitaplarla alâkası olmayan şeyler söylerse, kim olursa olsun biz ona karşı çıkarız. Doğru yazanları ise tasdik etmek vazifemizdir. Bir zat meselâ şunları yazmış: "Hazret-i Kur'an'ı eline alan herkesin abdestli olması farzdır. Abdestsiz, Kur'an ele alınamaz. Ancak, dini kitaplar için böyle bir mecburiyet yoktur. Dini kitapların sadece içinde bulunan âyetlere elle dokunmak için abdestli olmak gerekir. Ayetten boş olan yerlere, yazılara abdestsiz dokunulabilir, okunabilir. Kur'an'la dini kitap arasında böyle bir ince fark vardır. Kur'an-ı Kerim'in âyetten boş olan kısımları da âyet hükmündedir. Bu yüzden dikişli kabına bile abdestsiz dokunulamaz.

Abdestsiz kimseler bir mendil veya bezle tutup bir yerlere koyarlar. Abdestsiz ele alamazlar."Bu cümleler baştan sona doğru ve asırlardan beri yazılagelen kitaplara uygundur. İslâmî hükümlerdir. Müslümanların Kur'an'a Karşı tutumunu anlatmaktadır.Ne var ki, bir zat bu cümlelere çok bozulmuş. Kur'an'ın abdestli olarak tutulmasını hazmedemiyor. "Kur'an'dan, Resûlullah'tan, sahabe ve müctehit imamlardan, abdestin farz olduğuna dair sahih bir şey okumadığını ve duymadığını" söylüyor.Halbuki, kendisi Resûlullah, sahabe ve müctehitler zamanında yaşamadığı için, duymaması normal. O normal de "Duymadım" demesi ne oluyor? Manen görüştüğünü falan mı îmâ ediyor acaba? "Okumadım" demesine gelince... Kitaplar o meseleyi barım barım bağırıyor ama, siz onları yok sayarsanız kitapların ne suçu var? Gözünü sıkıca kapat, sonra da güneş yok de.!. Ne âlâ iş... Sayın hocamız, bu mesele için 400.000 hadis, bazıları 30 cild olan 1000'e yakın kitap ve mezheplere ait 40'ı aşkın kaynak taramış; ama abdestin şart olduğu hakkında bir hüküm bulamamış!..Hani padişah bir suçluya 100 sopa vurulmasını emretmiş de, o da gülmeye başlamış. Niye güldüğü sorulunca "Padişahım ya sen hiç dayak yemedin veya sayı saymasını bilmiyorsun" demiş ya; bu da onun gibi...

Ya hocamızın bir günü 24 değil 240 saat veya kendisine, 950 sene peygamberlik yapan Nuh Aleyhisselam gibi uzun ömür verilmiş ki sadece bir mesele için bu kadar kitap karıştırabilmiş.Bununla da kalmamış; diyor ki:

"Tüm mezhep ve meşreplerin temel referanslarından sayfalarca alıntı yapar, tercüme ederim."

Edemezsin demek ne haddimize? Eder mi edersin...Hocamız sonra yeri, vakti ve keyfi olmadığı için bu tercümeden vazgeçiyor ve tevazu gösterip "En iyisi, bu konularda en katı davrandığını bildiğim" dediği İmam Süyûtî'nin El-ltkan kitabından kısa bir tercüme yapıyor.Ne var ki, tercüme ettiği yer, Kur'an'a abdestsiz dokunup dokunmamakla değil, abdestsiz okunabileceğine dair.Ona itiraz eden yok ki. Çünkü âlimlerimiz zaten, ezbere Kur'an okunurken abdestli olmak şarttır demiyorlar. Yüzüne okurken, Kur'an'a dokunulmadığı takdirde abdestli olmak şarttır diyen de yok.Amma bütün kitaplar, ister okunsun ister okunmasın, "Kur'an'a abdestsiz dokunulmaz" demektedir.Hocamız bu noktaya cevap vermesi lâzımken, meseleyi başka tarafa çekiyor ve Peygamberimizden misal getirerek kendince kurnazlık yapıyor...Ama misali geçersiz. Çünkü, Peygamberimiz Kur'an'ı zaten ezbere okuyordu.400.000 hadisi ve binlerce kitabı taradığı halde, böyle bir hüküm bulamadığını söyleyen hocamız, -hadi yalan söylüyor demeyeyim- gerçekleri söylemiyor. Eğer dediği gibi gerçekten okumuş olsaydı, kaynak gösterdiği "İtkan" isimli meşhur eserin ilerki sahifelerinde, iddiasının tam tersini görecekti.

Madem "ltkan"ı kaynak eser kabul ediyorlar; biz de aynı eserden iktibas yapalım:

"Bizim ve âlimler topluluğunun görüşü, abdestsiz olanın Kur'an'a dokunmasının haram olduğudur. O abdestsiz olan, ister küçük abdest (namaz abdesti) almamış olsun, isterse büyük abdest (yani gusül abdesti). Çünkü Kur'an-ı Kerim'de, 'Kur'an'a ancak temiz olanlar dokunabilir' buyurulmaktadır. Sünen-i Tirmizi ve diğerlerinde geçen bir hadis şöyledir: Kur'an'a ancak abdestli olanlar dokunabilir." (İtkan 2/1188 Dâr-ı İbn-i Kesir/Beyrut)

Hocamız, herhalde bunları yazdığı için İmam Süyûtî'ye, tercüme ettiğimiz için de bize kızmamıştır.Kitabın dipnotu şöyle: Aynı hadis Dârimî'nin Talak bahsinde "Nikâhtan önce boşama olmaz" babında 2183 numarayla, Dâre Kutnî'de ise Taharet bahsinde "Abdestsiz olanın Kur'an'a dokunmasının yasak olması" babında yer almaktadır.

Ne dersiniz, hocamızın, bu meseleyi 400.000 hadisi taradığı halde bulamadığına inanalım mı? Ve kaynak gösterdiği "İtkan" isimli kitapta açık açık yazıldığı halde, "Bulamadım" demesine mi? Arapça bilmeyen okuyucularımızın merakını giderelim. İtkan, Madve Yayınları tarafından "Kur'an İlimleri Ansiklopedisi" adıyla tercüme edilmiştir. Arzu edenler, 2.cilt, 44.sahifede bu meseleyi okuyabilirler.

"Kur'an Abdestsiz Ele Alınabilir mi?" başlıklı yazımız eksik kalmış, sütunumuz bitmiş, yazacaklarımız bitmemişti. Bu yazıda, olabildiğince kısa tutmaya çalışarak ilave bilgi vermek niyetindeyim.Önceki yazımda, "Kur'an'a ancak abdestlî olan dokunabilir" manasındaki hadis-i şerifin bulunduğu üç eser ismi vermiştim, iki isim daha veriyorum:1) Bedâiüs Sanâyf, 1/33, Beyrut, 1 987, 2) Feyzül Kadir, 6/455.Aşağıda isimlerini vereceğim Arapça ve Türkçe eserlerin hepsinde de "Abdestsiz olarak Kur'an'a dokunmanın caiz olmadığı" hükmü yer almaktadır.

ARAPÇALAR: 1-Kadı Beyzâvî, 2-Rûhul Meânî, 3-Ruhul Beyan, 4-Ahkâmül Kur'an, 5-Tefsir-i Kebir. (Bu eserlerde Vakıa Sûresi'nin 79. âyetinin tefsirine bakılabilir.)6-Dürerül Hükkâm, 7-El-Muğnî, 8-Muhit, 9-Kâfî, 10-Hidâye, 11-Merâkıl Felah,. 12-Tahtâvî, 13-EI-Mezâhibül Erbaa, 14-Bedâiü.s Sanâyî, 15-İtkan.

TÜRKÇELER: 1-Elmalılı Tefsiri, 2-Çantay Tefsiri, 3-5 Prof. ve l doçent tarafından hazırlanan TDV meali, 4-Enver Baytan, eski İstanbul Müftüsü A. Fikri Yavuz ve Ahmed Davudoğlu tarafından hazırlanan meallerde, ilgili yere bakılabilir. (Yani Vakıa Sûresi, 79. âyet)5-Ahmed Zühdü Paşa'nın (Osmanlıca) Mecmua-ı Zühdiye,6-Numan Kurtulmuş'un Âmentü Şerhi, 7-Fatih devri âlimlerinden Molla Hüsrev'in, 8-Büyük İslâm Fıkhı ismiyle tercüme edilen Dürer Tercümesi, . 9-Mehmet Zihni Efendi'nin Nimet-i İslâm, 10-Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki'nin İslâm Dini,11-Eski Diyanet işleri Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslâm İlmihali Bu eserlerin "Abdest" bahislerine bakılabilir. 12-Prof. İbrahim Canan'ın Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi (4/289), 13-Ibn-i Abidin Tercümesi, (l /l 10, 1/217), 14-İmam Gazâlî Hazretleri'nin İhya u Ulûmiddin Tercümesi (1/797), .15-Kur'an İlimleri Ansiklopedisi ismiyle tercüme edilen İtkan Tercümesi (2/444).

Okuyucularımıza kolaylık bakımından Türkçeler bana göre daha mühim..."Abdestsiz olarak Kur'an'a dokunulamayacağı"nı yazan eserler bunlardan ibaret olmayıp, eski yeni birçok eserlerde bu hüküm tekrarlanmaktadır.Esasen, "El ârîfü yekfihil işâre" kabilinden, tek bir eserde bile yazılı olsa -niyet kabul etmekse-, bu hükmü kabul etmeye o tek eser dahi kafidir-. Daha fazla eser ismi istenirse önümüze Süleymaniye Kütüphanesindeki kitapları da yığsak, -şazlar hariç- "Kur'an'a dokunmak için abdestli olmak şarttır" hükmünden başka bir şey bulamayız.Prof. Hüseyin Algül, Prof. Yunus Aydın, Prof. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Mehmet Erdal, Prof. Ömer Faruk Harman, Prof. Ahmet Saim Kılavuz, Prof. Süleyman Uludağ ve İrfan Yücel'den meydana gelen heyetin hazırladığı ve Prof. Hayrettin Karaman, Ali Bardakoğlu ve . H. Yunus Aydın'ın gözden geçirdikleri İLMİHAL İman ve İbâdet isimli yeni eserde bile, Sünnî mezheplere göre "Abdestsiz olanların Kur'an'a dokunamayacakları" vurgulanmaktadır. (1/196)

Sünnî âlimlerin asırlardan beri bize ulaşan kitaplarındaki, "Abdestsiz olarak Kur'an'a el dokunulamaz" hükmü ortadayken, "Bu mesele de nereden çıktı?" şeklinde bir itirazın, Müslümanları şüpheye düşürmekten başka bir şeye yaramadığı görülüyor.Âlimlerde, ilmin verdiği bir vakar bir ağırlık aranır. Öyleyken, "Üçüncü, besinci sınıf ilmihaller" diye o kitaplarla dalga geçmek, üzücü ve incitici bir hal değil midir?Rica ederim! "Kur'an'a dokunmak için abdest almak şarttır" dedikleri, daha doğrusu bunu yazan âlimlerin yazdıklarını eserlerine aldıkları için, bir Ahmed Hamdi Akseki'nin, bir Ömer Nasuhi Bilmen'in ilmihalleri üçüncü, beşinci sınıf ilmihaller midir?..Müslümanlar hakkında reva görülen şu cümlelere de üzülmemek mümkün mü?

"Utanmadan yıllar yılı mezhepsizlik edebiyatı yapan mezhepçiler."
"Mezhepçilik yapan şarlatanlar sizi dolmuşa bindiriyor."
"Tulumbacı takımı."
"Dinini donundan biraz ciddiye alan bir Müslüman..."
"...bitli baklanın kör alıcısı."

Bu cümleler hiç de hoş ifadeler değil...

Geçmiş âlimleri kabul etmeyip, onların "Kur'an okumakla Kur'an'a dokunmayı birbirine karıştırdıklarını" ve bu hususta "tarihi" bir yanılgı içinde olduklarını" söylersek, bu mantığa göre, onların yazdıklarına nasıl güveneceğiz? Onların yazdıklarına, aktardıklarına güvenmezsek elimizde ne kalır?Esas mesele, mütekaddimîn ve müteahhirîn ulemânın kitaplarına itimat edip etmemek, kabul edip etmemek meselesi...Biz, hem itimat ediyor hem de o kitaplardaki meseleleri kabul ediyoruz.Tarihi bir yanılgı içinde olduklarını da kabul etmiyoruz....

Ali EREN

Eylül 2000 Akit Gazetesi

Mustafa islamoğlu okuyucularını felakete sürüklüyor

murat yazıcı, mustafa islamoğlu, zahid el kevseri,
Mustafa islamoğlu okuyucularını felakete sürüklüyor

Mustafa İslamoğlu'nun sitesinde şu ifadeleri görüyoruz:

Razi buna şöyle cevap verir: "Eğer o kul sonsuz bir hayat yaşasaydı yine de küfründen dönmeyecekti. Bunu Allah bildiği için azabı sonsuz yaptı. Biliyorsunuz cehennemin sonluluğunu başta büyük sahabiler, İbn Teymiyye, İbn Arabi ve bir çok isim savunmuş, İbn Kayyım bu konuda Hadi'l-Ervah diye de bir kitap yazmıştır. Buna Kur'an'dan bazı ayetler de delil gösterilmiştir.. Ne olur sanal ortamda halledilmesi mümkün olmayan böyle soruları e-posta ile sormayınız. Buna zamanım asla elvermez ve yine yarım kalır cevap.

12/03/2007 Tarihini taşıyan bu yazıyı bugün (20/06/2007) buraya kopyaladım.

M. İslamoğlu'nun fena-i nar (Cehennemin sonluluğu) görüşünü benimseyip benimsemediği -yukarıdaki yazısından- tam olarak anlaşılmıyor. Ancak, M. İslamoğlu'nun bu yazısını büyük bir sorumsuzluk örneği olarak görüyorum. Çünkü,"Büyük sahabiler Cehennemin sonluluğunu savunmuştur" diyor.


Bunu okuyan ve itikadi konularda sağlam bir altyapıya sahip olmayan bir kişi ne düşünür? "Büyük sahabiler" haşa kâfir veya sapık olamayacağına göre, Cehennemin sonlu olduğuna inanmak sapıklık sayılmaz, hatta kabul edilebilir bir inanıştır, neticesi çıkar. Böyle bir anlayışın ise kişiyi felâkete sürükleyeceği izahtan varestedir.

NOTLAR

Not-1: Recep Yıldız İnkişaf Dergisi'ndeki makalesinde diyor ki: [İbni Arabi] el-Fütuhat’ın 62. babında Fravun’un akibetiyle alakalı şöyle demektedir: “Fravun ebediyen cehennemde kalacak ateş ehlindendir.” Bundan, İbni Arabi'nin de kafirler için Cehennemin ebedi (sonsuz) olduğuna inandığı anlaşılıyor. İbni Teymiyye ve İbni Kayyım'ın görüşleri ise E. Sifil'in aynı dergideki makalesinde uzun ele alınmıştı.

Not-2: Tehlikenin büyüklüğünü görmek için şu iktibaslar faydalı olacaktır:

Cennet ve cehennem hayatının ebediliği, Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabit zarurat-ı diniyyedendir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler burada zikredilemeyecek kadar fazladır. Ümmet seleften halefe bu itikat üzere icma edegelmiştir. İbn Hazm, "Merâtibu'l-İcma"da cennet ve cehennemin ebedî olduğu konusunda icma edildiğini ve bu icmaa muhalefet edenlerin küfründe icma bulunduğunu söyler. (E. Sifil, Milli Gazete, 24 Temmuz 2004)

Zahid el-Kevseri diyor ki: "Cennet ve Cehennem'in ya da bunlardan birisinin baki olduğunu inkar edenlerin tekfiri, Ehl-i Hakk'ın icmaına dayanır." (Makalat, 377) "Cennet ve Cehennem'in baki olduğu hususu Kur'an, sünnet ve yakini icma ile sabittir." (Makalat, 450)

Murat Yazıcı

Hep Taktik Hareketlerle İtikadları Bozuyor; Mustafa İslamoğlu

ali eren, ibn-i teymiyye, mustafa islamoğlu kimdir,
Hep Taktik Hareketlerle İtikadları Bozuyor; Mustafa İslamoğlu 

BÜYÜK YAZARIN (Mustafa İSLAMOĞLU) YAZDIKLARI...

Birkaç sayıdan beri Mustafa Islamoğlu’nun çoğunu bile bile yaptığı yanlışlarından bahsediyoruz ya, bazıları bundan rahatsız olmuş. Çareyi bendenizi telefonla taciz etmekte bulmuşlar. Telefon ediyor, fakat itirazlarının arkasında duramıyorlar. Birkaç cümleden sonra cevapsız kalıp kapatıyorlar.

Bizim derdimiz neymiş... Mus­tafa Islamoğlu'ndan ne istiyormuşuz... Bizim rantımıza engel olmuş da onun için mi aleyhinde yazıyormuşuz... Uğraşacak başka kimse kalmadı mı da onunla uğraşıyormuşuz vesaire...

Ben de kendilerine şöyle diyorum:

a- Biz ondan bir şey istemiyoruz. Ama kendisine "İslam itikadından ve İslam fıkhından ne istiyorsun?" diye soruyoruz.

b- Rant peşinde değiliz, esasen İslamoğlu ile bizim aramızda zaten bir rant meselesi de yok.
c- Uğraşacak başka bir şey kalmadı mı ki Islamoğlu Müslümanlarla, İslam akâidiyle ve fıkhıyla uğraşıyor?
Bu zatları telefonu kapatmaya mecbur bırakan esas sözüm ise şu oluyor:

Yazdıklarımın hepsi Islamoğlu'nun eserlerindeki yanlışları tenkittir. Sahife numarası vererek sadece onun yazdıklarını aktarıyorum. Mustafa Islamoğlu ile ilgili yazılarımda herhangi bir iftira varsa söyleyin. Veya hangi tenkidim yersiz veya hangi cümlem yanlışsa onu söyleyin.

İşte buna cevap veremeyip telefonu kapatmak mecburiyetinde kalıyorlar.

Onlara buradan diyorum ki:


Lütfen içinizden biraz ilim sahibi olanlar, İslam akaidini ve İslam fıkhını bilenler telefon etsinler. Etsinler ki verdiğimiz cevaba değsin...

Şimdi bu seferki yazımıza ne diyecekler bilmiyorum. İnsafla okunması ricasıyla başlıyorum.

Müslüman, İslam inancına sahip olan kimse, Müslüman ya­zarlığa soyunan kimse de, yazı­larıyla insanlara İslami cihetten yön veren, yön vermeye çalışan, en azından bu iddiada olan kimse demektir. Onun için Müslü­man yazarın işi zor, mesuliyeti büyüktür. .Meselelere İslami açıdan çö­zümler getirmek iddiasıyla mey­dana atılan kimsede, en başta İslâmi ilimlere vâkıf olma şartı aranır. Aksi takdirde o kimsenin Müslümancı yazılar yazıp eser­ler vermesi imkânsızdır. Çünkü bilinmeyen bir şey yazılamaz. İslam'da aslolan, her şeyden önce düzgün ve sağlam bir iti­kada sahip olacak kadar ilme/ bilgiye sahip olup bu doğru bil­ginin gereği gibi inanmaktır. Bu husustaki yanlış bilgi ve yanlış inanç insanı felaket götürdüğü gibi, böyle bir insanın peşinden gidenler de felâkettedirler. İslam inanç ve itikâd madde­lerinden biri de Hazreti Isa me­selesidir. Bizim inancımıza göre Hazreti İsa çarmıha gerilmemiş, ölmemiş ve öldürülmemiş, göğe kaldırılmıştır. Âhır zamanda, dünyanın son zamanlarında yani kıyametten önce yeryüzüne inecek, peygamber sıfatıyla değil, Peygamber Efendimizin bir ümmeti olarak yaşayacak ve onun şeriatı üzere ibadet edecektir.

Hiçbir kimse ebedi bir hayata sahip olmadığı gibi, o da ebede olmayıp sonunda vefat edecektir.

Bu hususta kitaplarımızda okuduğumuz bilgi böyle.

Şimdi birisi çıkar da bunun aksini söyler veya yazarsa, kesinkes Islama zıt bir şey ortaya atmış olur.

Bunu yapan kimse bilmeden yapıyorsa câhil, bile bile yapıyor­sa art niyetlidir.

İyi ama bu kimse ya Kur'an'a mânâ vermek iddiasıyla ilim meydanına atılan biriyse ne diyeceğiz?

Onun cevabını siz okuyucu­lara bırakıp ben söyleyeceğime geçeyim.

Elimde bir kitap var. Kita­bın bir bölümünde İndilerden bahsediliyor. Matta incilinden bahsederken yazar şöyle diyor: "Elde mevcut en eski metin, Hz. İsafın vefatından en az bir-bir buçuk asır sonrasına aittir." (Mustafa Islamoğlu, ÜÇ MUHAMMED, sahife: 49)

Gördünüz mü yapılan felâketi, gördünüz mü vehameti!

Yazar güya Hıristiyanları ve elde mevcut muharref İncilleri tenkit eder görünürken, aslında İslam inancının bir maddesini tenkil ediyor.

Değerli okuyucular, Hazreti Isa hakkındaki İslam inancı yuka­rıda yazdığımız gibidir. Yani Isa (Aleyhisselam) ölmemiş göğe yükseltilmiştir. İslam âlimlerinin ortak görüşü budur. Onun için bu meseleyi uzun uzun müna­kaşaya lüzum yok. Yazara biz sadece şu soruyu soralım:

Hazreti İsa vefat ettiyse, kabri nerede?..

Biz bu soruyu sorsak da sormasak da, sayın yazar Hazreti İsa'nın ölmüş olduğunda ve ye­rini söyleyemese de bir kabrinin bulunduğunda ısrarlı. Nitekim Hıristiyanları tenkit sadedinde şöyle diyor:

"Bugün, tüm kalbimle iddia edebilirim ki, eğer Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse ona en büyük düşmanlık gösterecek olan, onun mitolojik imajını pazarlayarak geçinen kilise­ler ve ruhban sınıfı olurdu." (aynı eser, sa: 62)

Ben de bütün kalbimle iddia edebilirim ki, yeryüzünde Haz­reti İsa'nın kabri yoktur. Onun için, "Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse..." şeklindeki bir söz ya cehaletten veya Müslü­manların Hazreti Isa hakkındaki inancını sarsmak düşüncesin­den ileri gelmektedir...

* * *

Hıristiyanlar, her doğan çocu­ğun günahkâr olarak doğduğu­na inanıyorlar. Onun için doğan her çocuğu vaftiz ederler. Vaftiz suyuyla yıkadıkları çocukların günahtan temizlendiğine inanıyorlar.

Sevgili yazarımız bu konuda Hıristiyanlığı güya tenkit ediyor. Bunu yaparken de devirmedik çam bırakmıyor.

Diyor ki:

"Kur'an'a göre insan doğuştan günahkâr değil, doğuştan sorumluluk sahibidir." (Aynı eser, sa: 57)

Gördünüz mü büyük âlimimizin ilminin derinliğini? Çam devirmek dediğimiz budur işte.

Buna sadece cahillik demek de eksik kalır. Denilse denilse cehl-i mürekkeb, katmerli cahillik demek lâzım.

Bay Islamoğlu, "insan doğuştan sorumluluk sahibidir" diyerek, henüz "ıngaa ıngaa" diye ağlayan ve daha konuşmayı bile bilmeyen bebekleri bile sorumluluk sahibi sayıyor.

Büyüyüp konuşabilecek seviyeye gelmiş olsalar bile, buluğ çağına gelmemiş olan sabiler asla sorumluluk sahibi değillerdir.

Hiç ilim sahibi olmayan bir Müslüman bile bunu bilir, ama sayın yazar bilmiyor...


İnsan doğuştan itibaren so­rumlu olsa, buluğ çağından önce vefat eden çocukların, hatta bebeklerin bile ibâdet yapmadıkları için günahkâr ol­maları icap ederdi. Ama İslam dini onlara böyle bir sorumluluk yüklemiyor.

Bunu birilerinin Islamoğlu'na öğretmesi icap ediyor...

Gelelim meselenin tahliline...

Hıristiyanları tenkit sadedinde, "Kur'an'a göre insan doğuştan günahkâr değil" diyen Bay Islamoğlu'nun sözünün bu kısmı doğru. Ancak, "İnsan doğuştan sorumluluk sahibidir" derken yanılıyor. Yanılmaktan da öte büyük bir tenakuza dü­şüyor ve bu sözüyle, tenkit ettiği Hıristiyanların söylediklerine çok yaklaşmış oluyor. Şöyle ki:

Hıristiyanlar doğan her çocu­ğu günahkâr kabul ederken, Islamoğlu doğan her çocuğu sorumlu sayıyor. Yeni doğan bebekler nelerden ve hangi şeyden sorumlu olacaklardır ve bu sorumluluklarını nasıl yerine getireceklerdir?

Hiçbir sorumluluğu yerine getiremeyeceklerine göre, doğar doğmaz günah işlemeye mi başlayacaklardır?

Ha ne oluyor? Hıristiyanlar herkesi doğuşta günahkâr sayarken, Bay Islamoğlu insanlar doğduktan sonra günah işlemeye başladıklarını kabul etmiş oluyor.

Şimdi hırisitiyâni görüş ile bu görüş birbirine iyice yaklaşmış olmuyor mu?

Öyleyse nerede kaldı Bay Yazar'ın Hıristiyanları tenkidi???

Bakara sûresi 253. âyet-i kerimenin meali şöyle:

"İşte biz bu peygamberle­rin bazısını bazısından üstün kıldık."

Âyetin mealinde de açıkça görüldüğü gibi, peygamberlerin bazılarının bazılarından üstün olduğu beyan buyruluyor.

Üç Muhammed isimli eserde ise, bu âyet-i kerime hakkında şöyle deniliyor:

"Kurtubi bu âyetin 'Hz. Pey­gamber diğer peygamberlerden üstündür' demeye dahi cevaz vermediği görüşündedir." (Aynı eser, sa: 66)

Islamoğlu'nun yazdığına göre, Kurtubf tefsiri âyetin açıkça beyan buyurmuş olduğu bir meseleye karşı çıkmış olmakta. Oysa Kurtubi tefsiri güvenilir tefsirlerden. Orada böyle bir şey olması mümkün değil.

Biz Bay Islamoğlu'nun huyunu biliriz. Kendi düşüncesini kabul ettirebilmek için, bir eserde olmayan bir şeyi varmış gibi yazar. Böylece o eseri kaleme alan zata iftira etmiş olur. Burada da böyle yapmış olmasın diye düşündük...

Meğer düşüncemizde yanılmamışız. Çünkü Kurtubi tefsiri, Islamoğlu'nun söylediği gibi âyete ters bir şey söylemiyor, aksine âyette ifade edilen gerçeği izah ediyor.

Yani, Hazreti Peygamberin diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye cevaz vermeyen Kurtubf tefsiri değil, Mustafa Islamoğlu'nun kendisi...

Değerli okuyucular! Bir eserde, "Falan tefsirde şöyle şöyle yazıyor" diye bir şey okusanız inanırsınız değil mi? "Acaba gerçekten o tefsirde öyle yazıyor mu?" diye o tefsire bakmak kimin aklına gelir?..

Hangi okuyucu böyle bir yalan yazılacağını düşünür?

Ama siz siz olun, Mustafa Islamoğlu hakkında böyle düşünmekten vazgeçmeyin. O eğer"Falan kitapta şöyle şöyle yazıyor" diyorsa, ismini verdiği o kitaba muhakkak bakıp kontrol edin.

Bu zat zaten ÜÇ MUHAMMED isimli eserinde, Peygamberimizin diğer peygamberlerden üstün olmadığını ispat etmeye çalışıyor. Bu inancına okuyucuyu inandırmak için de Kurtubi tefsirine iftira ediyor...

Oysa Kurtubi tefsiri, Ibni Ab-bas (Radıyallahü anhüma) Hazretleri'nin şu sözünü aktarıyor:

"Muhakkak ki Allah (Celle celalühü) Muhammed Aleyhisselam'ı peygamberlere ve gök ehline üstün kılmıştır."

Bu sözü aktaran bir tefsirin, "Hz. Peygamber'in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye cevaz vermediğini" söylemek hangi insaf ölçüsüne sığar değerli okuyucular?

Islamoğlu, peygamberimizin diğer peygamberlerden üstün Olmadığını ispata çalışarak ne
Yapmak istiyor?..

Kurtubi tefsiri, "Allahü Teâla diğer peygamberleri kendi kavimlerine gönderdiği halde Peygamberimizi bütün insanlığa peygamber olarak göndermiştir" diyor. Buna delil olarak da şu âyeti kerimeyi zikrediyor:

"Biz seni ancak bütün insanlar için gönderdik." (Sebe sûresi, âyet: 28)

Kurtubi, "Ashabı kiramın hepsi sahabedir ama aralarında üstünlük vardır" diyerek peygamberlerin aralarında da işte böyle üstünlük olduğunu izah ediyor.

Böyle söyleyen bir tefsir hak­kında sen kalk, "Bu tefsir Hz. Peygamber'in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye izin vermiyor" de... Neredesin ey ilim dürüstlüğü!..

Bu üstünlük konusu için Tefsir-i Kebir'e de baktık. Fahreddin Râzi Hazretleri, aynı âyetin tefsirinde Peygamberimizi diğer peygamberlerden üstün olduğuna dair yirminin üzerinde
delil getiriyor...Mesele bu kadar açık iken,hâlâ daha aksini iddia etmek, bile bile ve inatçı bir iddia olmaz mı?..

İmam Süyûti, EI-Hasâisi-i Kübrâ isimli eserinde, "Peygamberimiz, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali'nin öldürüleceklerini" haber veriyor. Peygamberimizin üstünlüklerini anlatan bu esere zaten çok bozulan Islamoğlu ise, eserdeki bu habere de itiraz ediyor. Şöyle diyor:

"Eğer Hz. Peygamber önceden haber vermişse, Hz. Ömer, Osman ve Ali'nin katli "kader" idi ve kaçınılmazdı. O zaman kimseyi suçlamaya gerek yoktu."

Bi kere böyle bir söz ilim adına çok ayıp. İnsana gülerler. Bir kimsenin böyle bir şey yazması için ömründe kaderle ilgili hiç bir şey okumamış olması lâzım.

Evet gülünç... Çünkü adamcağız, kaderle ilgili meselelerin sorumluluk getirmeyeceğini zannediyor. Oysa kaderin dışında hiçbir şey olamaz. Her şey kadere bağlı. Ama bu, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Çünkü kader insanları iyi-kötü hiçbir şeye zorlamıyor. Bay Islamoğlu hiç olmazsa bu kadarcığını bari bilmeliydi...

Bu kadarcığını dahi olsun bilmiyor ama, öte taraftan Müslümanların, "Allah'ı cisimler dünyasına indirdiğini" söylemekten de çekinmiyor. (Sa: 70)

Müslümanlar, Peygamberimizin insanüstü bir varlık olduğuna inanıyorlarmış gibi, Müslümanları suçluyor ve "Oysaki Kur'an Hz. Peygamber'in beşerliği üzerinde ısrarla duruyor" diyor. (Sa: 71)Bütün yaratılmışların efendisi olan Peygamberimizin, bütün ilimleri bilmiş olacağını kabul edemiyor. (Sa: 71)

Peygamberimiz her şeyi mucize olarak Allah'tan öğrendiği halde, harfleri insanlardan öğrendiğini, bunun mûcizelik tarafının olmadığını söylüyor. (Sa: 71)

Verdikleri değerli bilgiler kitaplarımızda yer alan ve iki İslam büyüğü olan Ka'bu'l- Ahbar ve Vehb bin Münebbih'i ağır bir şekilde suçlamaktan çekinmiyor. Ka'bu'l- Ahbar Müslüman olunca, güya Yahudi kültürünü, Vehb bin Mühebbih de güya Hıristiyanlık kültürünü Islama taşımışlar. (Sa: 77)

Islamoğlu'nun bu satırları yazarken samimiyet sahibi olmadığını görüyoruz. Eğer Yahudilik kültürünün Islama taşınmasını istemiyorsa, Yahudi asıllı olan Muhammed Esed'in tefsirine karşı olması lâzımdı. Ama değil.

Karşı olmak bir tarafa, onun sözüm ona meal tefsirini övüyor. Halbuki Muhammed Esed, âyetleri istediği şekilde sündürerek günümüzdeki Yahudiliğin de geçerli olduğunu usturuplu bir şekilde işleyen bir kişi.

Bunu bizim gibi her halde Islamoğlu da görüyor. Görüyor ama ses çıkarmıyor. Bununla da kalmayıp Muhammed Esed'e karşı çıkanlara karşı çıkıyor. Yahudi kültürüne karşı olan bir insan böyle yapar mı hiç?

Peygamberimizin vefatından sonra Müslüman olan Ka'bul Ahbar'ı, "Nûr-u Muhammedi teorisinin mucidi olmakla" suçluyor. Şöyle diyor:

"Yahudi avam kültürü ço­ğunlukla ondan gelen riva­yetlerle İslam kültürüne gir­di. Özellikle tefsir ve hadis rivayetleri bunların başında gelir. Ibni Ömer, Ebû Hüreyre, Abdullah ibn Amr gibi ilk kuşağa mensup isimlerin ondan gelen rivayetleri nak­letmiş olmaları, onun riva­yetlerinin yaygınlaşması ve tutunmasında önemli bir rol oynadı."

Ibni Ömer, Ebû Hüreyre, Ab­dullah ibn Amr gibi seçkin sahabelerin, Ka'bul Ahbar'a itibar etmeleri bile onu bu zatın aley­hinde olmaktan alıkoymuyor. Üstelik onun söylediklerini yay­dılar diye o güzide sahabelere kızdığı da gözlerden kaçmıyor.Öyle ya canım, bir kimse yanlış şeyler söyler, bazıları da bu yanlışları alıp ya­yarsa onlar da suçlu ol­maz mı?

Kahramanımız, sadece yukarıda ismini verdiğim iki zatı değil, asr-ı saadet­te bâtıl dinlerini bırakıp Müslüman olan diğer zatları da suçluyor:

" Müslüman olan ki­tap ehli, son vahyi ve onun taşıyıcısı olan Hz. Peygamberi de kendi kitap ve pey­gamber tasavvurlarıyla okuyorlardı."

Dikkat ederseniz hiç bir istisna yapmadan toptan hepsini suçluyor. Islamoğlu'na göre, Müslüman olan bu zat­lara Islamın hiç tesiri olmamış ve kabul ettikleri yeni dini eski dinlerinin görüşleriyle değerlendiriyorlarmış.

Yukarıda, Islamoğlu'nun Ka'­bul Ahbar'ı "Nûr-u Muhammedi teorisinin mucidi olmakla" suçladığını söylemiştik. Bu konuda Islamoğlu diyor ki, "İbni Teymiyye, bu tür uçuk iddiaları, 'Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer nur­dan yaratılmamıştır' sözleriyle reddediyor."

Gördüğünüz gibi, Islamoğlu'nu ancak işte böyle sözler rahatlatıyor. "Derecesi ve kıy­meti ne olursa olsun" sözüyle kimin kastedildiğini anlamamanız için bir sebep yok.

Tabii ki kastedilen sevgili peygamberimizidir...

Ama Bay Islamoğlu, Ibni Teymiyye'ye şunu söylemeyi akletmiyor:

"Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer nurdan yaratılmamıştır" diyorsun.

NEREDEN BİLİYORSUN?YARATILANLAR YARATILIRKEN EZELDEN BERİ HEPSİNİN YANINDA MI OLDUN?

Ali Eren
Gazeteci - Yazar

Bu güne değin en çok tıklanılanlar